Nedenine ve nasılına geçmeden önce bu durumun tam bir facia olduğunu belirtmemiz gerek. Her ne olursa olsun insan canının bu kadar ucuz bir şekilde ödenmesi kimsenin hak ettiği bir şey değil. Takvimleri II. Dünya Savaşı yıllarına döndürerek hikâyeyi anlatmaya başlayalım.
83 yıl önce, gecenin bir vakti Silivri açıklarında dolaşan insanların kireç tutmuş yüzleri… Gördükleri şey karşısında kanları donsa da olaydan bihaberlerdi, en azından o gecelik.
Facia 12 Aralık 1940’ta gerçekleşti.
Türkiye’nin o dönem hatırı sayılır gazetelerinin manşetlerinde “Silivri’de Bir Facia” başlıklarıyla olay basına duyurulmuştu. Haberlerde 85 Yahudi yolcunun hayatını kaybettiği yazıyordu.
Filistin’e gitmek üzere harekete geçen Uruguay isminde bir yelkenli gemi, Karadeniz’e doğru açılmıştı. Esasen “eski ve yolsuz” olduğu belirtilen, içi yolcu dolu olan bu gemi, Silivri’de paramparça oldu.
Gazetelerden alınan bilgilere göre ölen kişi sayısı tam olarak verilmemiş. Kimisi 80 yolcu derken kimisi de 200 kişinin boğulduğuna işaret ediyor. Tek bilinen şey; Yahudilerin, kaçış noktası olarak Varna Limanı’nı seçmeleri.
Karadeniz’in batısından başlayarak İstanbul’a doğru uzanan bu yolculuk, Nazilerin Musevilik ve Semitizm karşıtı atmosferinden kaçmak içindi.
Savaş döneminde ve öncesinde, Yahudileri kaçak bir şekilde Filistin’e götürmek isteyen gemilerin hazin sonları olduğunu elbet duymuşuzdur. Bunlardan en korkunç olanları ise Salvador ve Struma. Öyle ki ele alacağımız Salvador için de “ölüm gemisi” denilmişti.
3 Aralık 1940’ta Varna Limanı’ndan demir alan Salvador, 20 metre uzunluğunda ve 5 metre genişliğinde ahşap bir gemiydi. Yolculuk yapabilecek veya yolculuğu tamamlayabilecek gücü olmayacak kadar da eskiydi. Fakat içinde bulunan ekseriyetle kadın ve çocuk çoğunluğunun olduğu yolcuların da tek dayanak noktası bu gemiydi.
Gemi zaten 150 kişilikti, içerisine de 352 yolcu bindiği yazıyor. Bu, faciaya davetiye veren en önemli detaylardan biri.
İçerisinde Nazilerden kaçan, Polonya, Romanya ve Bulgaristan Yahudileri yer alıyordu. 3 gün süren yolculuğunun ardından İstanbul’a sağ salim ulaşan gemi, soğuk hava şartlarının biraz düzelmesini beklemek için limanda bekleyecekti.
6 gün dinlenmenin sonunda hareket eden geminin içerisinde Türk kılavuz kaptan ve sıhhiye memuru da bulunuyordu. Kötü hava şartları beklenmedik bir sürpriz yaptı: gece patlayan fırtına, yaşlı gemiyi darmaduman etti.
Yeniçiftlik civarında bulunan gemi, kazıklar üzerine düşerek parçalandı. Kaza ile ilgili ilk izlenimler, ağır bir trajedinin yaşandığına işaret ediyor.
İlk olarak yolculardan 38’i kadın, 16 erkek ve 15 çocuk olmak üzere 69 kişinin cesedi bulundu.
Alınan bilgilere göre geminin batışı çok hızlı gerçekleşmiş, yolcuların bir kısmı iki direğe tırmanmış; yine de kurtulan olmamış. Kazayı ise civardaki insanlara yüzerek sahile doğru gelen kılavuz Hüsnü Eren haber vermiştir.
Kazanın öğrenilmesinin ardından bölgeye intikal eden jandarmalar, daha denize 80 metre olmasına rağmen önlerindeki cesetlerle karşılaşmış, kimliği belirsiz cesetleri derhal toplatılarak Silivri’ye sevke başlamışlardı. Silivri’ye sağ olarak gelenlerin de 40’ı kadın, 49’u erkek, 19’u çocuktu. Bunların içinde gemiyi idare eden bir Rus kaptanı ve iki yardımcısı da vardı.
İstanbul’daki Meteoroloji İstasyonu’ndan alınan bilgilere göre havanın rüzgârlı ve kapalı olduğu anlaşılıyor.
Cumhuriyet Gazetesi’nin yayınladığı haberde “11 Ocak 1940 tarihli hava durumu raporunda dün İstanbul’da hava kapalı ve kısmen karlı geçmiş, rüzgâr şimali şarkîden saniyede 6-8 metre hızla esmiştir. Hararet derecesi ise en çok 2,3; en az sıfırın altında 1,1 derece santigrat olarak kaydolunmuştur” bilgisi yer alıyor.
Diğer alınan bilgilere bakıldığında aynı tarihlerde farklı gemilerin de hava koşullarından dolayı limanlara sığındığı ve hareket etmedikleri yazıyor. Salvador’un talihsizliği bir yana, 100 tonluk bir gemiye kapasitesinin üstünde yolcu alınmasının da bunda büyük bir payı olduğu aşikâr.
Gemiden kurtulmayı başaran şanslılardan Albert Farhi, o anları şöyle anlatmış:
“İnsan üstü bir güç beni havaya fırlattı. Birkaç saniye sonra suya çarptım ve yine birkaç saniye sonra su yüzüne çıktım. Havadan tahta parçaları yağıyordu. Gemiyi göremedim. Tümüyle yok olmuştu. Su buz gibi soğuktu. Denizin üstü kendini kurtarmaya çalışan kadın-erkek insanlarla doluydu. Bunlar Struma’nın parçalanan ahşap bölümlerinden dışarı fırlamışlardı. Geminin metal bölümlerinde bulunanların tümü (bunların yolcuların üçte ikisi olduğunu söyleyebilirim), anında boğulmuşlardı. Ötekilerin pek çoğu da hemen hayatlarını kaybettiler.”
Albert Farhi, ailesiyle 21 yaşındayken Salvador’a binmiş.1940 yılında Bulgar hükûmetinin Bulgar vatandaşı olmayan Yahudileri ülkeden sınır dışı etmesiyle başladı her şey. Yahudiler, vatandaşlıklarının kabul edilmediği ülkelerde öldürülüyorlardı. Almanlar henüz Bulgaristan’ı işgal etmemiş olsa da Alman zulmünün ne anlama geldiği apaçık belliydi.
Tüm bunlara tanık olan Silivri yerlisi Hasan Sezen de gördükleriyle ilgili açıklama yapmış:
Hasan Sezen, Silivri’de o nadir rastlanan soğuk ve fırtınalı günde yaşananları şöyle anlatıyor: “O zamanlarda Silivri’de elektrik yoktu. Sabah erken saatlerde, Cambaz olarak adlandırılan bölgede gemimiz kayalara çarpıp batmıştı. Bu tür gemilere o dönemde tabut gemi denirdi. Sığ bir bölgede karaya oturduğumuz için insanlar denize çıkabiliyorlardı, ama karaya çıktıkları yer düz bir tarlaydı.
Kendilerini denize atarak, soğuk ve ıslak bir ortamda buldular kendilerini. Saatler sonra geçen bir kamyon şoförü, Silivri’ye gelip Hüseyin’in kahvesinin önünde durarak, ‘Sahildeki çalılar arası ceset dolu, can kurtarma ekiplerini gönderin’ dedi. Sabahın erken saatlerinde yardım geldiğinde, birçoğu soğuktan donmuş şekilde bulundu.
Cesetler at arabalarına yüklenip mezarlığa taşındı. Silivri’deki Yahudi topluluğu, kurtulanlara büyük yardım etti ve ölülerin defnedilmesine yardımcı oldu. Evlerinde misafir ettiler. Tarlalar cesetlerle dolmuştu. Sonunda kurtulanlar İstanbul’a gönderildi. O dönemlerde Yahudi nüfusu oldukça yoğundu ve kendi mahalleleri vardı. Albert, Moiz ve diğerleri gibi insanları hatırlıyoruz, acaba hala hayattalar mı? Bizim yaş grubundakiler, o günleri çok iyi hatırlar; Ekrem, Belkıs ana, Bektaş gibi isimler hala hafızalarımızda.”
Bu manzaranın ne kadar dehşet verici olduğunu insan hayal ederken bile zorlanıyor.
Silivri ve civar bölgelerde yaşayanlar, hayatta kalan Yahudi vatandaşlara yardım etmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Fakat bu, Yahudiler için son olmayacaktı. 2 yıl sonra bu gemilerden en ünlüsü Struma, 1944’te Sovyetler tarafından vurulan Mefkure gemisi de battı.
Bu gemilerin dramatik hikâyeleri ise insanlık tarihine ve soykırıma karşı direnişin acı birer örneği olarak hafızalara kazındı.